Gökçeada… Yüzyıllar öncesinden gelen ve 1970 yılına kadar kullanılan ismiyle İmroz… Gökçeada, Bozcaada’yla birlikte Kuzey Ege’deki iki Türk adasından biri ve aynı zamanda Türkiye’nin en büyük adası. Bozcaada’nın sekiz katı büyüklüğünde desem, Tenedos sevdalıları sanırım adanın ne kadar büyük olduğunu az çok tahmin edecektir. Türkiye’nin en batı ucu olduğu için ‘Güneşin en son battığı yer’ olma özelliğini de elinde bulunduran Gökçeada, doğal yaşam zenginliği ve kendi su ihtiyacını kendi karşılaması nedeniyle yeşilin yemyeşile dönüştüğü bir ada olarak da dikkat çekiyor. Sırf dünyanın ilk ve tek Cittaslow(Sakin Şehir)adası olma özelliğini elinde bulundurması bile Gökçeada’ya uğramak için iyi bir neden.
Adada yaşam öylesine sakin ki… 400 senelik zeytin ağaçları bile bu sakinlik karşısında yaşlanmıyor. 1930’lu yıllarda Beşiktaş forması giydiğini öğrendiğim ve bu yıl 100’üncü yaşına giren Hristo da öyle. Her ne kadar artık sakızlı muhallebisini kendi değil de eşi yapsa da ikram etme işini kimselere bırakmıyor.
Gökçeada rüzgârlı iklimi ve kendine özgü coğrafik yapısı sayesinde sadece Türkiye’nin değil dünyanın önde gelen sörf merkezlerinden biri olmaya aday. Temiz denizine ise diyecek yok. Hem yüzmek hem de dalış yapmak için adeta bir cennet olan Gökçeada’da suyun altı da üstü kadar zengin. Ayrıca çobansız şekilde otlayan özgür keçilerin ada florasındaki yabanıl bitki ve kekikle beslenmesinden olsa gerek olsa gerek Gökçeada’nın damağınıza da hitap edeceğine eminim.
1455’te Osmanlı topraklarına katılan Gökçeada, Osmanlı ile Venedik arasında geçen savaşlarla dönem dönem el değiştirse de Kanuni Sultan Süleyman tarafından vakıf ilan edilmesiyle birlikte uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kalıyor. 1912 tarihinde patlak veren Birinci Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’ın kontrolüne giren Gökçeada, Lozan Barış Antlaşması sonucu 22 Eylül 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılıyor ve 22 Eylül tarihi her yıl adada Gökçeada’nın kurtuluş günü olarak kutlanıyor.
TroyaSavaşı‘nı konu alan İlyada Destanı’nda da adına sıkça rastladığımız Gökçeada, bünyesinde ziyaret edilecek birçok noktayı barındırıyor. Dördü koruma altında olmak üzere toplamda 10 köye sahip olan Gökçeada’da görülmesi gereken yerlerden biri, Kuzu Limanı’nın hemen solunda yer alan Kaşkaval Burnu. Üst üste dizilmiş peynir kalıplarını andırdığı için halk arasında daha çok ‘Peynir Kayalıkları’ olarak anılan bu ilginç nokta yalnızca denizden tekne ile görebileceğiniz bir kaya oluşumu. Bir de sayısız keçi ve koyuna sahip olan zengin, inatçı, cimri bir yaşlı kadınla ilgili efsanesi var. Efsaneye göre, yaşlı kadın, cennete gidebilmek amacıyla birçok yuvarlar kalıp peynir yapmış ve bunları üst üste sıralamış. Ama kimseyle paylaşmamış. Tanrı, ona kızmış ve bir Mart ayında kadının üzerine yağmur, kar ve şiddetli rüzgârlar göndererek yaşlı kadını cezalandırmış. Kadın ve peynirler donarak taşa dönüşmüş. Bu efsane sonrası ada halkı bu kayalara Peynir Kayalıkları demeye başlamış.
Adaya, Kabatepe Limanı’ndan iki saatlik bir deniz yolculuğu sonrası varıyorsunuz. Adada ilk vardığınız nokta, Kuzu Limanı oluyor. Bu bölgede yerleşim yok. İlk yerleşim yeri, limanın 6 kilometre içinde yer alan Gökçeada’nın merkezi. Burası; bankaların, devlet dairelerinin bulunduğu bir nokta. Yeni yerleşim bölgesi olduğu için tarihi yer çok fazla yok. Cami ve kiliseler ziyaret edilebilir. Bir de hediyelik eşya dükkânlarını gezebilirsiniz. Onun dışında tipik Türk müteahhitlerinin zevksiz yapıları var bolca.
Adada görmeniz gereken noktalardan biri de kaya mezarı. Her ne kadar hakkında hiçbir bilgi olmasa da, adanın çorak ve zorlu bir noktasında bulunsa da arkeolojiye merak duyanların mutlaka görmesi gereken bir yapı. Etrafında hiçbir yerleşimin olmamasına rağmen bu noktada bulunması, kaya mezarına ilginç bir gizem katıyor. Adeta uzaydan fırlatılmış gibi görüntüsü de cabası. Aydıncık Plajı‘na giderken 4 kilometre sonra sağda etrafı taş duvarlarla çevrili bir alan gördüğünüzde o tarafa doğru yürürseniz, bu büyük kaya parçasını fark edebilirsiniz. Zira etrafında herhangi bir levha bulunmadığı için bulmak biraz zor olabiliyor.
ZEYTİN AĞAÇLARI ARASINDA ŞİRİN Mİ ŞİRİN BİR RUM KÖYÜ; ZEYTİNLİKÖY
Merkeze üç kilometre uzaklıkta bulunan Zeytinliköy… Rumca adıyla Ayatodori. Köy, bir tepenin yamacında, zeytin ağaçları arasında kurulmuş, çokça Rum’un yaşadığı şirin bir köy. Türkiye’nin dört bir tarafına nam salmış adaya özgü Dibek kahvesini bu köyde içebilirsiniz. Ayrıca şu an 100 yaşında olması gereken (2017) Barba Hristo’nun sakızlı muhallebisini kesinlikle tatmanızı öneririm. Hristo, sakızlı muhallebiyi artık kendi elleriyle yapamasa da servisi mutlaka kendi yapıyor. Zamanında Beşiktaş’ta oynamış, 1930’lu yıllarda… Ve bana Baba Hakkı‘yı, Süleyman Seba‘yı anlattı uzun uzun. Ankara’ya deplasmana gittikleri bir gün kadro dışı bırakılmasını, İstanbul’a tam bir haftada, hem de kendi parasıyla döndüğü zamanları özlem dolu gözlerle anlattı. Biraz aksi biri ancak huyuna giderseniz size çok güzel anılar anlatacağına eminim.
Köy, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un doğduğu köy. Dünyadaki 300 milyon Ortodoks Hıristiyanlarının ruhani lideri olan 1. Bartholomeos 1940 yılında bu köyde doğmuş. Bartholomeos’un doğduğu ev, Barba Hristo’nun evinin hemen karşısında. Sokaklar bir araba geçemeyecek kadar dar olduğu için Hristo’nun eviyle Bartholomeos’un evi birbirine yapışık gibi adeta. Bir de köy meydanında Nostos diye bir mekân var. Rumlar tarafından işletiliyor. Bu sevecen ailenin kahvesinden yudumlayabilirsiniz. Bu arada Nostos, Rumca ‘Vatana dönüş’anlamına geliyor. Ayrıca ‘Cicirya’ denen Rum mutfağına özgü pizzaya benzer hamur işini burada tatmak mümkün.
TERK EDİLMİŞLİĞİN GÖLGESİ; DEREKÖY
Zeytinliköy’ün az ilerisinde, 1960’lı yıllara kadar 2 bine yakın nüfusuyla Türkiye’nin en büyük köyü unvanını elinde bulunduran Dereköy bulunuyor. Dereköy’ün Rumca adı ise İskinit. Terk edilmişliği ve boş evleri ile dikkat çeken köyde dolaşırken farklı bir his denizine düşeceğiniz kesin. Şu an yaşayan 50 hanenin yarısını Rumlar yarısını da doğudan göç eden Türkler oluşturuyor. Köyde, ibadete açık olan HagiaMarinaKilisesi ve KoimesisTisTheotokosKilisesi bulunuyor. 1800’lü yılların başında inşa edilen kiliseler her Pazar günü merkezden gelen papaz tarafından gerçekleştirilen ayinlere ev sahipliği yapıyor. Adanın en büyük çamaşırhanesi de bu köyde yer alıyor. Zamanında iki sinemanın yanı sıra üç zeytinyağı imalathanesinin de bulunduğu Dereköy, terk edilmiş görüntüsüyle en çok etkileneceğiniz noktalardan biri.
BENİM FAVORİ KÖYÜM TEPEKÖY
Sıra geldi benim en çok sevdiğim köy olan Tepeköy’e. Rumca adıyla Agridia… Agridia Yunanca küçük tarlalar anlamına geliyor. Adanın en yüksek tepesine kurulu bu köyde de çok sayıda Rum yaşıyor. 60’lı yıllarda binden fazla nüfusun yaşadığı Tepeköy’de bugün 50 kişi yaşasa da, İstanbul’dan doğduğu köye dönen Barba Yorgo‘nun girişimleriyle köyde tekrar bir canlanma başlamış. Yorgo, köy meydanında bulunan tek Rum tavernasını işletiyor. Aynı zamanda eski köy evlerini pansiyon ve apart olarak kiralıyor. Ürettiği ev şarapları Gökçeada’nın ismiyle anılır olmuş. Onun enerjisinden etkilenen 3-4 köylü de ev şarabı ve bal üretimine başlamış. Tepeköy her sene 15 Ağustos’ta gerçekleşen ünlü Meryem Ana Panayırına ev sahipliği yapıyor. Son iki senedir 10 günlük süreye yayılan kutlamalarda Tepeköy dolup taşıyor. Meydanda kurulan koca kazanlarda yemekler pişiriliyor, danslar ediliyor, şaraplar içiliyor.
Köyde, 1832 tarihli Evangelismos Teotoku Kilisesi ve eski Rum Mezarlığı gezilecek yerler arasında. Bir de Çınaraltı diye anılan bir piknik alanı bulunuyor . 630 senelik anıt niteliğindeki çınar ağacı ve memba suyu akan antik çeşmesi etrafında manzaraya karşı piknik yapabileceğiniz bir alan. Bu alandan ayrıca Yunanistan’ın ‘Uyuyan güzel’ olarak adlandırılan Semadirek(Samothraki)Adası’nın enfes manzarasını izleyebilirsiniz. Zamanında köyde iki zeytinyağı ve iki sabun imalathanesi, 9 dokuma atölyesi, üç kaşar peyniri imalathanesi ve dört de marangoz atölyesi bulunuyormuş. Köyün sokakları gerçekten de beni en çok etkileyen yerler oldu.
Adada koruma altındaki dört köyden sonuncusu da Kastro adıyla da bilinen Kaleköy. Aşağı Kaleköy ve Yukarı Kaleköy olmak üzere iki ayrı bölümden oluşan Kastro, adanın en eski yerleşim köylerinden biri. Aşağı Kaleköy, kordonun sağ tarafına dizili bar ve restoranlarıyla adanın en hareketli noktası. Yukarı Kaleköy’de ise Ada’nın en eski tarihi mekânlarından birisi olan İskiter Kalesi yer alıyor. Cenevizliler tarafından inşa edilen kalenin surları halen ayakta. Bu surların üzerinden güneşi, Yunanistan’ın Semadirek Adası üzerinden batırmak, inanın adadaki keyif verici 10 hareketten biri. Kalenin bulunduğu mevkiiden AşağıKaleköy, Yenibademli, Eskibademli ve Zeytinli köyleri net olarak görülebilir.
İlçe merkezine uzaklığı 25 kilometre uzaklıkta olan UğurluKöyü; Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı gibi eğitim ve dinlenme tesislerine sahip. Adanın en doğal, en uçsuz bucaksız kumsallarından biri olan Gizli Liman‘a da bu köy üzerinden gidiliyor. Tamamen bakir olan sahilde hiçbir yapı bulunmuyor.
Ege’de tatil yapacağımız topu topu iki adamız var. Marmara’daki adaları da dahil ettiğimizde Türkiye’nin en büyük adası. Gidin görün. 100 yaşındaki Hristo ölmeden elinden bir sakızlı muhallebisini yiyin. Güneşin en son battığı noktayı görün. Semadirek semalarında güneşi batırın. Tarihi Rum evlerini ve doğduğu toprakları terk etmeyen Rumları görün, onlarla sohbet edin. Adaya Karadeniz’den ve doğudan yerleştirilen insanların Rumlarla olan kaynaşmasını görün. Barba Yorgo’nun reçinasından tadın. Tazecik deniz mahsullerinden yiyin. Üstelik ada, dünyanın ilk ‘Cittaslow’ adası olma özelliğini elinde bulunduruyor.
Jorko yazılarını iştahla okuyor,fotoğraflarına zevkle bakıyorum.Ancak ufak tefek çelişkiler mevcut.Örneğin bir yazında Gökçeada Dereköyden bahisle 60’lı yıllarda nüfusunun 3000 olduğunu yazarken birbaşka yazında yine aynı yazında 2000 olduğunu yazıyorsun.Sadece hatırlatmak istedim yoksa seni beğeni ile takip ediyorum,benim gezgin ruhumu abad ediyorsun.
Comments
1 YorumÇetin Erdin
Eyl 26, 2020Jorko yazılarını iştahla okuyor,fotoğraflarına zevkle bakıyorum.Ancak ufak tefek çelişkiler mevcut.Örneğin bir yazında Gökçeada Dereköyden bahisle 60’lı yıllarda nüfusunun 3000 olduğunu yazarken birbaşka yazında yine aynı yazında 2000 olduğunu yazıyorsun.Sadece hatırlatmak istedim yoksa seni beğeni ile takip ediyorum,benim gezgin ruhumu abad ediyorsun.