İddialı kadrosuyla ön plana çıkan Ferzan Özpetek‘in son filmi ‘İstanbul Kırmızısı’ gündemi meşgul ededursun, tarih kitaplarının tozlu sayfalarında Edirne’nin dünya literatürüne kabul ettirdiği bir rengi olduğu ortaya çıktı: Edirne Kırmızısı…
Uluslararası literatürde Fransızca ismiyle “Rouge d’Andrinople” olarak anılan ve Sanayi Devrimi sonrası Avrupa’da önemli birçok tekstilcinin dikkatini çeken ‘Edirne Kırmızısı’, 1700’lü yılların ortalarında yaşanan bir casusluk faaliyetinde de başrolü oynuyor…
Dünyaca ünlü yönetmen Ferzan Özpetek‘in ‘İstanbul Kırmızısı’ filmindeki kırmızının aslının ‘Edirne Kırmızısı’ olduğunu biliyor muydunuz? Edirne’nin kırmızı renkle ilişkisinin tarihi bir geçmişi ve dayanağı olduğu pek de bilinen bir gerçek değil. ‘Edirneliler kırmızıyı sever’, ‘Edirne’nin boyacıları ünlüdür’ şeklinde hepimizin kafasında bazı klişeler yer etmiştir de çoğumuz bunun nedenini bilmeyiz. Hatta merak bile etmemişizdir.
Bu yazıda; ilk kez 17’nci yüzyılın ortalarına doğru ismi anılan ‘Edirne Kırmızısı’nın (Rouge de d’Andrinople) nasıl olup da casusluk faaliyetlerine konu olacak kadar üne kavuştuğuna, o yıllarda Sanayi Devrimi’ni tamamlayan Avrupa’da nasıl en gözde renkler arasına girdiğine değinmeye çalışacağım.
Bazı renkler; leylak, menekşe moru gibi adlarını çiçeklerden alırken Anglais (İngiliz rengi), Turquoise (Turkuaz) gibi bazı renkler ülkelerden, Bordeux (Bordo) ve Rouge de d’Andrinople (Edirne Kırmızısı) gibi renkler de adlarını şehirlerden alıyor. Avrupa’da ilk başlarda Türk Kırmızısı, (İngilizce Turkey Red, Fransızca Rouge de Turc) olarak bilinen Edirne Kırmızısı, çok zahmetli bir boyama sürecini içeren ve uğrunda çok emek ve paranın harcandığı, sırrını çözene ödüllerin verildiği tarihsel bir renk olarak dikkat çekiyor. Ve Edirne Kırmızısı, Fransız Édouard Delamare‘in deyimiyle, Fransa’da pamuk kullanımının yaygınlaşması sonucu sırrı çözülmesi zorunluluk haline gelen bir renk halini alıyor.
Fransa’da iki Edirneli boyacı
Avrupa’da Türk Kırmızısı olarak bilinen bu renk başarılı olarak ilk defa Fransa’da 1740’lı yıllarda üretiliyor, ‘Edirne Kırmızısı’ olarak yeniden adlandırılıyor ve izleyen yıllarda da boyama, mordanlama ve beyazlatma teknikleriyle ticari olarak uygulanabilir hale getiriliyor. Yakın Doğu’daki kök boya üretimin kopyalanmasında ve maddenin özelliklerinin Avrupa’da öğrenilmesinde etkili olan gezgin, girişimci ve mucit Claude Flachat‘ın hayatını araştıran Liliane Pérez, Flachat’in Doğu Akdeniz’de (Levant) uzunca bir süre kaldıktan sonra 1756 yılında Fransa’ya dönerek Lyon’a yakın bir bölgede bulunan Saint Chamond‘da bir Türk Kırmızısı boyahanesi kurduğu bilgisine ulaşıyor. Hatta Flachat, İstanbul’dan iki kalaycıyı, İranlı bir eğirmeciyi, İzmirli bir hallacı, iki Ermeni mordan ustasını ve iki de Edirneli boyacıyı Fransa’ya yanında götürüyor. Bazı kaynaklarda Türk Kırmızısı’nın Edirne Kırmızısı olarak yeniden adlandırılmasında bu Edirneli boya ustalarının payı olduğu görüşü ön plana çıkıyor.
Bir başka kaynağa göre ise Avrupalı kimyager ve boya imalatçıları, Sanayi Devrimi’nin Avrupa’da yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte büyük ölçekli tekstil imalatında kullanılabilecek yeni kırmızı boyalar araştırmaya başlıyor. Kimyager ve imalatçılar, 18’inci ve 19’uncu yüzyılın başlarında Türkiye ve Hindistan’dan Avrupa’ya ithal edilen popüler renklerden biri olan ve günümüzde Fransa’da Rouge de d’Andrinople olarak bilinen Türk kırmızısına ulaşıyor. 1740’lı yıllardan itibaren İngiltere, Hollanda ve Fransa’da pamuklu kumaşların boyanmasında ve baskısında kullanılan rengin hammaddesi rubia bitkisinin kökünden elde edilirken kumaş Avrupa’dan Afrika’ya, Ortadoğu’dan ve Amerika’ya yaygın olarak ihraç ediliyor ve 19’uncu yüzyıl Amerika’sında geleneksel yamalı yorgan yapımında yaygın bir şekilde kullanılıyor. Kumaşın boyama işlerinin zeytinyağı, koyun gübresi ve diğer içeriklerin küllü suda birden fazla kez yıkanması sonucu oluşan uzun ve karmaşık bir süreç olduğu belirtilirken bu işlemin pamuğa mükemmel uyan parlak ve kalıcı bir kırmızı renk elde edilmesini sağladığı ifade ediliyor. (wikipedia)
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Ve Moda Tasarım Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Leyla Yıldırım, 2014 yılında ‘Yedi: Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi’ne yazdığı “Avrupa Tekstil Baskıcılığının Gelişiminde Türk Kırmızısı’nın Rolü” isimli makalesinde Edirne Kırmızısı’ndan “Çok zahmetli bir boyama sürecini içeren ve uğrunda çok emek ve paranın harcandığı, sırrını çözene ödüllerin verildiği tarihsel bir renk” diye bahsederek rengin önemini bir cümleyle özetliyor aslında.
Fransa’da yayımlanan Histoire D’entreprises dergisi, Edirne Kırmızısı: Bir Endüstriyel Casusluk Hikayesi başlığını kullanarak yayınladığı bir makalede şu önemli cümleleri kullanıyor:
18’inci yüzyılda Türk pamuklu ürünleri son derece ünlü olup ve Doğu tekstil sanayi için önde gelmekteydi. O yıllarda pamukla olan uyumu ve göz alıcı rengi nedeniyle epey tercih edilen bir renk olan Edirne Kırmızısı tekstilcilerin de bir hayli dikkatini çekiyor. Kaliteli kumaşlara kolaylıkla ulaşabilen firmalar, onca uğraşa rağmen bu rengi bir türlü elde edemiyor. Dokumada kaliteyi ve en güzel renkleri yakalayabilme amacıyla Edirne Kırmızısı’nın sırrı büyük bir titizlikle saklanıyor. Ta ki Fransızlar İzmir’deki kuru temizlemeci Rumları parayla tutana kadar…
Bunlardan biri, Robert Dugard’dı. Kraliyete çalışan bir dokumacı olarak çalışan Dugard, özel izinle 1747’de Fransa’da ‘Edirne işi’ denen bir üretimi gerçekleştirmek üzere imalathane kuruyor. On yıl boyunca da bu sırrın yurt dışına sızmasını engellemek ve çok sayıda işçi istihdam etmek kaydıyla üretim ve ticaret hakkını alıyor. Dugard, ortağı Pierre Dharistoy’la birlikte hayli gizli biçimde bu dokuma renginin üretimini sürdürüyor. Hatta bu ortaklar, rengi, üzerinde şirket mührü bulunan gizli tuş bölmeli bir kapta tutarak diğer tekstilci ve boyacılardan gizliyor. Kraliyet Bilimler Akademisi‘nin gözetiminde iyileştirilmesi gereken boya yeterince iyi olmaz ve bez ustası Fesquet bozuk kumaşları satamayınca işi aniden bırakır ve imalathane 5 Nisan 1756’da kapanır. Eski ortaklar arasında bir dava süreci yaşanır ve sonuçta 21 Aralık 1756’da tekel Flachat kardeşlere verilir. Bunlar Yunan işçileri sayesinde boyanın sırrına da vakıftırlar. Böylece Saint Chamond’daki Kraliyet Manifaktürü, Doğu Akdeniz‘den (Levant’tan) kırmızı pamuklu ithalatlarını engelleyecek meşaleyi yeniden ele alır.
Darnetal’deki manifaktürden, sadece Dugard kaynaklarından ulusal arşivlerde iş dünyası ile ilgili olarak muhafaza edilen belgeler (1996 066-ex62 AQ) kalır. Sonuçta Rouen’da yaşayan Dugard ailesi, armatör olmadan önce, 17’nci yüzyılın başından bu yana kumaş ticareti yapmaktadır ve Martinique ve Saint Domingue‘de çok sayıda firma kurmuştur. Bu ailenin arşivleri 50’li yılların başına kadar Lahaye Aubrée‘de (Eure) kendilerine ait Bonneval Şatosu‘nda saklanmıştır. Yeni mal sahibi onları 1953’de ulusal arşivlere bağışlamıştır. Kaynaklara ayrılan 5 metre sıranın 2 metresi Darnetel Manifaktürü ile ilgilidir. Burada sosyal kağıtlar, muhasebe cetvelleri, ayrıca tedarikçiler, müşteriler ve tüccarlarla yapılan yazışmalar bulunmaktadır (Le Havre, Marseille, La Martinique, Saint Domingue). Hatta bu arşivlerde, Edirne Kırmızısının üretiminde söküotu, mazı, şap, zeytinyağ ve beyaz sabun gibi malzemelerin kullanıldığı da yazmaktadır.
“1740 yılında Fransa, her yıl Levant’dan (Doğu Akdeniz) 5 bin – 6 bin balya kırmızı kumaş ithal etmekteydi. Hatta kendi yerli üretiminin bir parçası olan yünlü ve pamukluları, boyanmak üzere, kök boya / Türk Kırmızısı’nı başarıyla üreten Türkiye’ye göndermekteydi. Fransız topraklarında Türk Kırmızısı üreten boyahanelerin Levant’dan gelen Yunan ve Türk boyacılarla kurulması girişimi şaşırtıcı değil. Kök boya, indigo ve Hindistan’dan çok daha fazla Türkiye’nin özellikle de kullanımı ve ticari sömürüsü hakkında kesin bilgi sağlayan Levant’ın uzmanlık alanı olmuştur.” (Lowengard, 2006; Riello, 2010: 1-28’den)
Edirne Kırmızısı uğruna verilen mücadeleler
Leyla Yıldırım, makalesinin bir bölümünde Lowengard‘a dayandırdığı bilgiler doğrusunda Avrupalıların Türk Kırmızısı’nı elde etmek için 1740 yılına kadar yoğun çaba harcadıklarına ve bu süre zarfında birçok problemle karşılaştıklarını söylüyor. Çünkü o yıllarda Türkiye’de uygulanan boyama süreci hem pahalı hem de yoğun emek gerektiriyor. Rengi elde etmek birçok ön işlem sonrası bazen haftalarca sürebiliyordu. Ayrıca bu süreci 18’inci yüzyıl Avrupa’sındaki baskı ve boyama tekniklerine uygulamak da bir sürü emek gerektiriyordu.
Comments
1 Yorumsaadet
Mar 23, 2017Eline, yüreğine sağlık canım oğlum. Sevgiler…
Reyhan Erdoğan
Nis 28, 2017Çok başarılı. Çok etkileyici. Teşekkür ederim.
Cem Altınel
Nis 29, 2017Detaylı ve kaynaklara dayanan başarılı bir çalışma olmuş. Tebrikler. Hiç duymadığım bir konuydu.
cem
Nis 30, 2017Aşırı uzun, aynı anlamlara gelen cümleleri sürekli yineleyen bir yazı olmuş. Beni yordu.
Ayla Satıç
Haz 22, 2017Çok iyi bir çalışma, bu konudan ilk kez haberdar oluyorum. Teşekkür ederim.