Ölüm kokusuyla ölü kokusu aynı Auschwitz’te. Aradan onca yıl geçmesine rağmen ölümün ve ölünün keskin kokusu, burun deliklerinizin arasından geçerek beyninize bir ok gibi saplanıyor. Keskin bir koku, derin bir sessizlik ve adını bir türlü koyamadığım hisler… Auschwitz’deki ilk yarım saat, neden ve niçin sorularıyla geçiyor. Sonra alışıyorsunuz. Tıpkı onların işkenceye, ölüme alıştığı gibi…
Daha dün kapatılmış hissi her şeyi anlatıyor. Toplanan saçlar, gözlükler, tabaklar, tencereler ve protezler bilançoyu insanın gözüne gözüne sokuyor. Sergilenen eşyalar arasında ‘Erdal’ marka tıraş kremi görmek aslında ölüme çok yakın olduğumuzu hissettiriyor. En kötüsü ise bebek kıyafetleri ve kırık dökük oyuncaklar…
Müze ama eski değil. Tarih ama onca ölümün içinde ölmemiş işte. Koskoca isim yazılı bavulun içinde saklı, kadın saçlarında örülü çocuk ayakkabılarının bağcıklarına dolanmış. Herkes terk etmiş, ruhlar kaçmış, Auschwitz’in üzerine kapkara bir bulut yerleşmiş…
Nazi Almanya’sının en çok insan katlettiği, daha doğrusu insanlığı katlettiği Auschwitz – Birkenau Nazi Toplama Kampı’na, Krakow üzerinden gidiliyor. Krakow şehir merkezindeki turizm ofisleri aracılığı ile 100 Ziloty karşılığında Auschwitz turlarına katılabilirsiniz. Bunun yanı sıra kendi imkanlarınızla Krakow Glowny Tren İstasyonu’na giderek trenle ya da otobüsle kampa ulaşabilirsiniz. Tren ile ulaşım daha ucuz olmasına rağmen trenden indiğiniz yer, kampa 1.5 km uzaklıkta. Otobüsler ile ise kampın içine kadar varabilirsiniz.
Kamp, Auschwitz ve Birkenau olmak üzere 2 farklı bölgeden oluşuyor. İlk olarak Auschwitz’i ziyaret ediyorsunuz. Buradaki geziyi tamamladıktan sonra ücretsiz otobüslerle Auschwitz’in yaklaşık 2 kilometre uzaklığında bulunan Birkenau bölümüne geçiyorsunuz.
Holokost öncesi Oscwinchim adıyla anılan ve yarısından fazlası Yahudi olan yaklaşık 15 bin kişinin yaşadığı sakin bir kasaba olan Auschwitz, Avrupa’nın çeşitli noktalarından getirilen ve büyük çoğunluğu Yahudi olan 1,3 milyon kişiye mezar oldu. 1979 yılında UNESCO’nun İnsanlığın Kültür Mirası Listesi’ne eklenen Auschwitz – Birkenau toplama kampları, tüm çıplaklığı ile yaşanan milyon tane acıyı gözlerinize, kulaklarınıza, daha da önemlisi içinize içinize işliyor…
‘Çalışmak özgür kılar’ anlamına gelen ‘Arbeit macht frei’ yazısının altından geçtikten sonra siyah beyaz filme dönüşüyor her şey…
Auschwitz Birkenau’ya tüm Avrupa’dan 1,3 milyon insan yerleştirilmiş ve 1 milyonu Yahudi olmak üzere 1,1 milyonun öldürüldüğü tahmin ediliyor. Yaklaşık 900 bin kişi kampa geldikleri anda doğrudan gaz odalarına gönderilerek ya da vurularak öldürüldü. Kalan 200 bin insan, hastalık, gıda kıtlığı, kötü muamele, tıbbi deneyler nedeniyle ve daha sonra gönderildikleri gaz odalarında ölmüşler…
Şair Theodor Wolfgang Adorno, “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır”diyerek vahşetin aslında ne boyutta olduğunu gayet güzel vurgulamıştır. Bu kampta bir duvar bulunur 3 – 4 metre yüksekliğinde kırmızı tuğladan. Adı ölüm duvarıdır. SS subayları bazı günlerde 1000 kişiyi bu duvarda sırayla kurşuna dizmişler. Gerekçeleri sadece ve sadece yer açmak, yeni gelecek potansiyel ölülere.
Nazi Almanyası, gaz odalarında öldürülen kadınları yakmadan önce saçlarını kesip Almanya’ya götürüyor ve tekstil fabrikalarında hammadde olarak kullanılmasını amaçlıyordu. Girdiğiniz bir oda camekanın arkasında saklanmış üzere tamamen kadın saçı dolu. Kimisi dağınık, kimisi titizlikle örülmüş o saçları görmek çok derinden etkiliyor…
Kampa getirilen Yahudilerin üstüne kalıcı dövme ile numaraları ve ‘kusurları’ kazınır (Yahudi, eşcinsel, çingene, vs). İsimleri kayıt defterine işlenir, 3 açıdan fotoğrafları çekilir. Kollarına kazınan numaraların özel bir sistemi vardır ve mahkumun bölgesi, çeşitli bilgiler barındırır. Bunun otomasyon sistemine yönelik Almanların açtığı ihaleyi bugün hala faaliyette olan Amerikan IBM firması kazanır. Sonra mahkum elbisesi (çizgili bir pijama) giydirilerek koğuşlara götürülür. Mahkum elbiselerinde de sembollerle sınıflamalar vardır: Yahudi, Çingene, eşcinsel, politik muhalif, kaçak gibi…
Kampın içinde de vahşetin dereceleri vardır. Cezalandırma için kullanılan 13’üncü koğuşta ayakta bekleme hücreleri bulunur. Burada mahkumlar 4-6 kişilik gruplarla hücreye sokulur ve gece boyu ayakta tutulur. Sabah olunca da normal mahkumlar gibi çalışmaya zorlanır. Birçok mahkum bu şekilde ölür. Bir diğer ceza aynı binanın giriş katındaki karanlık hücrelerdir. Burada çok küçük bir delik dışında hiçbir havalandırma bulunmaz. Hatta subaylar bazen odanın içinde bir mum yakarak oksijenin daha çabuk bitmesini sağlar. Mahkum havasızlıktan acı bir şekilde hayatını kaybeder. En vahşi yöntemse bodrum kattaki kıtlık odalarıdır. Mahkumlara su ve yemek vermeyerek açlıktan ölmeleri sağlanır. Genelde tercih edilen ceza budur.
Mahkum & işçi koğuşlarının her birinde 3 katlı ranzalarda 400 kişi kalmaktadır. Bunların büyük bir bölümü aslında her birinde 52 atın barınması için inşa edilmiş ahırlardır. Hastalık, açlık, dayak ve işkence yüzünden tamamına yakını 1 yılda ölür. Çok az bir kısmı birkaç yıl yaşayabilir.
Kampın özel bir alanı kadınlar bölümüydü. Kanada isminde bir başka alanda, Alman Hükümeti’ne iletilmek üzere, öldürülen tutukluların eşyaları toplanırdı; kıyafetler, ayakkabılar, bavullar ve insan saçlarından oluşan dağlarda gözlük, oyuncak, yüzlerce kilo takma altın diş, mücevher, para, hisse senedi, banka defteri gibi eşyalar bulunuyordu.
Kusursuz bir mühendislik yaklaşımıyla tasarlanmış, basitliğin ve işlevselliğin ön planda olduğu pek çok kompleks içinde açık ara ile liste başında olan ölüm fabrikası. Detaylarını yazmaya gönlüm elvermiyor hala. Aldığım nefes, barakaların kokusu aklıma geldiğinde utandırıyor beni. Saçlar, çantalar, ayakkabılar gözümün önünden gitmiyor. Yakın aile içi ölümleri bile beni burada hissettiğim derinliğinde kaybolduğum ruh boşluğuna düşürmemişti.
Kampa girenlerin çoğunu bekleyen iki odadan biri gaz odası, ikincisi ise fotoğrafta gördüğünüz krematoryum; yani cesetlerin yakılıp kül edildiği fırınlar…
Gelen kafilelerde yer alan cüceler ve ikizler de ayrılırdı, deneylerde kullanılmak üzere. Bazı ikizler ayni anda öldürülüp otopsi yapılırdı. Cücelerin üzerinde de çeşitli deneyler yapılırdı. Amaç bu tip defektin neden kaynaklandığını bulmaya çalışmak ve yaratılacak üstün ırkta bu tip arızaların olmasını önlemekti. İkizler üzerindeki incelemelerle ise kadınlara isteğe bağlı ikiz doğum yaptırılıp yaptırılmayacağı üzerinde çalışmalar yapılıyordu. Ayrıca göz rengi değiştirme, basınca dayanıklılık gibi bir sürü deneyler uygulanmıştır.
Tek pencereli -ki o da demirli- bir vagona doldurulmuş onlarca insanın aç, susuz, tuvaletsiz geçirdikleri 9 günlük yolculuktan sonra “Sizi duşa götürüyoruz” beyanı üzerine sevinçle ip gibi sıraya girdikleri, gülümseyerek poz verdikleri ve aslında duş ahizesi olan gaz odalarına götürülerek gazın etkisiyle 20 dakika boyunca inleyerek öldürülmeleri, sözün bittiği yerden çok daha ötesi.
Yakma odasında görevli Yahudi mahkumlar cesetleri tek tek fırında yakar. Külleri sabun yapılır, bir kısmı da gübre olarak tarlalara gönderilecektir. Saçları da kumaş fabrikalarına yollanır. Bir fırın günde 4 bin kişiyi yakabilecek kapasitededir.
Yarım günümü alan ziyarette o zavallı insanların yürüdüğü yollarda, yattığı hücrelerde, ranzalarda, koğuşlarda dolaştım durdum. Fotoğraflara bakarken en dayanılmazı çocuklardı. Çocuklar nasıl gaz odasına atılır? Küçücük, günahsız, tertemiz yüzlü çocuklar… Hiç büyüyemediler.
Comments
1 YorumMartı
Mar 21, 2017Çok fena gerçekten. Her insan evladı gidip gezmeli, o hikayeleri dinlemeli.