Kafaya esti diye paldır küldür terk edilemeyişini bir kenara koyuyorum, her isteyenin ha deyince kolaylıkla ulaşamaması nedeniyle dört tarafı sularla çevrili kara parçalarını oldum olası ayrı bir severim. Ada tutkum; maviyle veya mavilikle değil, masmavilikle buluştuğum ninniyle uyuduğum günlerden bu yana kadar vücudumun bir parçası ancak bir de Semadirek tutkum vardır ki bütün o tümden gelim & tüme varım kavramlarımı alt üst eder. Semadirek tutkumu asla ‘ada tutkum’un alt başlığı olarak değerlendirmem, değerlendiremem. Ada tutkum ayrı, Semadirek tutkum ayrı…
İşte nedense her dinlediğimde bana Yunanistan’ın bu gizemli ve egzotik adası Semadirek’i çağrıştıran –ki Semadirek hanımefendi lügatımda Uyuyan Güzel olarak nam salmıştır- ‘Ho Hey’ isimli bu şarkı özellikle adanın kuzeydoğu yakasındaki tek şeritli dar asfalt yolda giderken istemsizce kulağımda çalar. Sanki o Fonias‘ın doğup şırıl şırıl aktığı yemyeşil tepelerden esen rüzgarla birlikte kulağımda uğuldar da uğuldar…
Ki hanımefendiyle son buluşmamızda (2018 Eylül) kulaklığımda bu şarkıyı dinlerken çığlık atmamak için adeta zor tuttum kendimi. Her ne kadar adanın kendine has hippi ruhu bunu kaldırsa da grup halinde hareket edilen yerlerde bu tür davranışlarda bulunmamaya, okuldan olmasa da okulda dağıtılan kitaplardan aşinayım. Ancak bir sonraki buluşmamızda -ki bu tarihi bir kış ayına getirme arzum Saos Dağı‘nın zirvesindedir- bu yaz yapamadığımı, üstüne kat be katını ekleyerek yapma hayalim, yastığımın kaz tüyü olması gerçekliliği kadar ‘TO DO LİST 44’ümde fazlasıyla yer almakta.
Bir yanınıza Saros’un lacivert denizini diğer bir yanınıza da Louloudi Dağı’nın yeşil yamaçlarından savrulan rüzgarı alıyorsunuz ve kendinizi yolun akışına bırakıyorsunuz. Yürüyerek başka, bisikletle başka, motosikletle başka, arabayla bir başka…
İşte gözümü kapar kapamaz beni istediğim yere, Semadirek’e götüren Devnerli folk-rock grubu The Lumineers’in ‘Ho Hey’ isimli eşsiz parçası…