Kimi şarkılar vardır ki bulundukları kabın şeklini alırlar. Bu şarkılar her ortama ayak uyduran iyi birer arkadaş gibidirler. Zaman nedir, mekan nedir bilmezler. Zamanın ötesinden mi yoksa berisinden midir pek ayırt edemeyiz. Arabada seyahat halindeyken, dostlarla eski bir hatıraya ortak dilde gülerken, göğe kalkan kadehler birbirine kavuşmadan iyi niyetli dilekleri dilerken… Kısaca bu kimi şarkılar her daim özeldir ve özelliklidir.
Ancak bir de öyle şarkılar vardır ki kendini zamana değil de zamanı kendine adapte eder. Adeta zamanın ötesinden gelmişlerdir. İster -di’li geçmiş, ister -miş’li geçmiş zamanla kavga edin, o şarkı radyodan, play list’ten ya da dost canlısı iki dudağın arasından da kulağınıza çalınsa, tüm ipler o şarkının elindedir. Artık onun esiri olmuşsunuzdur ve siz şarkıyı değil de şarkı sizi bir yerlere götürür adeta…
Böyle durumlarda sakin olun. Arkanıza yaslanın ve kafanızı hafifçe bulutlara doğru çevirin…
Her üç parçayı da ilk dinleyişimde, biraz da ergenlik sonrası o deli ruh halli gençliğin verdiği ukalalıktan mıdır bilemem, “zamanın ötesi” dediğim, dinledikçe anlam kattığım, anlam kattıkça kendimden bir şeyler bulduğum zamanın çok ötesinden üç şarkı…
1- Bad’lik Amiri (Kargo)
Gerçek bir hikaye midir bilmiyorum ama çok gerçekçi duruyor. En azından ben öyle olduğuna inanıyorum. Çünkü bu yazılanlar, bir senaryodan ibaret olamaz. Olsa bile müzikle değil de sanatın başka bir alanında dile getirilirdi.
Kaybedenler Kulübündeki en üst rütbedir “Bad’lik Amirliği” programını şehrin kötü çocuklarına adamak. Ve adarken o yalnızlık ve karamsarlıklarıyla rütbelerine ulaşmış kayıp ruhları kast eder Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk. Çok eskilerde değil, 90’larda dinlemek vardı. Bir Perşembe akşamı… Kent FM’de… İyi geceler sayın dinleyen…
”Söylememek, söylemekten daha dürüst bir davranıştır” diyor parçanın bir yerinde. Gerçekten de öyle mi?
Zamanın ötesi vol: 1
Albüm: Sevmek Zor
Çıkış tarihi: 1997
Dün gece senin hoşlandığın kadınla yattığımı sana nasıl anlatabilirim?
Dün gece senin evleneceğin kadınla yattığımı sana nasıl anlatabilirim?
Soğuk bir rüzgar esti pencereme, tül perde genişledi
Şişti, odanın içine…
Tıpkı bir balon gibi…
Yayıldı…
Dün gece ona dokunduğumu sana nasıl anlatabilirim?
Biraz şarap içtik ve bilirsin biraz dedikodu…
Aslında Chet Baker’ın bunla hiçbir ilgisi yoktu…
O ruj lekesi… Dağınık bir yatak.. Sıcak bir gülümseme…
Bunlara katlanabilir misin?
İnsanın kendisini önemsemesi; kendisinin kiralık katilidir.
Benciller ise yaşarlar…
Kimse suçlu değil aslında, bu sadece üçlü bir oyun,
Ama ben anlattığım için suçluyum, biliyorum..
Bir yılan gibi girdi evime, yanıma uzandı, kolumdan zehirledi beni..
Her öpüşü ılık bir ölümdü sanki…
Yağmuru damarlarımda hissediyordum,
Kusmak istiyordum, ellerim titriyordu, başım dönüyordu
Gözlerim kararmıştı !
Şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim,
Şimdi ben…
Söylememek, söylemekten daha dürüst bir davranıştır
(bütün gün burda sessiz sedasız evde oturdum )
Ve bu oyun üçlü oynanmaz
Sevgiyle yapılan hiç bir şey insana zarar vermez
(bir yerde bir kelebek uçuyordu)
Suçlu yok, yanlış var
(sustukça benim gerçekten içimden geçtiğini sessizce, nasıl izliyorduk ha?)
Boş ver, olmayanı arama…
(ay yansıyordu yatağa…yatağın kenarındaki parkelere)
(bir telefon geldi)
Sana gülümsemesi senin için hayat, benim içinse ölüm demek!
(o günü anlatan bir iki telefon. Chicago’da yalnız bir gece)
(sen hiç bilme bunu)
(dostum olabilirsin..?)
Dün gece senin hoşlandığın kadınla yattığımı sana nasıl anlatabilirim?
(onun dışında sessizlik hakimdi)
Dün gece senin evleneceğin kadınla yattığımı sana nasıl anlatabilirim?
Daha da önemlisi… Bunu kendime nasıl anlatabilirim?
(bunu kendime nasıl anlatabilirim? ahh nasıl!?)
(tıraş olmak için berbere çıktım. atıldım, aynaya bakmadan.)
Bacaklarından süzülen kanlar, yere damlıyordu..
(mc donald’s’dan bir menü söyledim )
İnan başka bir yalnız gece için, hiçbir açıklamaya ihtiyacım yok benim!
Aaaah!! Şimdi ben!! Zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim!
(şimdi ben) (zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim)
Aah şimdi ben!! Zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim!
Ölümle doğum arasında, o bilinmeyen bölgedeyim
(zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim )
Aah şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim!! Gece!!
Dün gece, senin evleneceğin kadınla yattığımı sana nasıl anlatabilirim?
(bileklerimi keserek intihar etmeyi düşündüm)
Dün gece senin hoşlandığın kadınla yattığımı sana nasıl anlatabilirim?
(onu? düşünmekten sıkıldım)
Ona dokunduğumu sana nasıl söyleyebilirim?
(söyleyin!!) (sss s**tir git(?), evet..) (03.35)
(bütün bir gün uzaklardaydım)
Onun eti, benim vücudumun altında titrerken,
(elime jilet alıp, saçlarımı yavaş yavaş kazımaya başladım)
Neler düşündüğümü sana nasıl açıklayabilirim?
(açıklayabilirim..)
(delirdiğimi ya da ona yakın hissettiğimi düşünüyordum )
Teypte Cansever ve onun tok sesi..
(niye düşünüyorum! aoff)
(lanet olsun!! lanet olsun!!)
Tüm gücümü toplamıştım bütün bunları sana anlatmak için
Tam o sırada bana baktın, ve telefon acı acı inledi
(sessizce bir şey düşünmenin delirmek olduğuna inanmaya başlamıştım)
Konuştuktan sonra bana şöyle dedin:
“Onun beni düşünmesi,
Buraya gelecek olması, daha doğrusu yanımda olması
(korkmuyorum.. korkmuyorum…)
Bana içten içe büyük bir mutluluk veriyor!!!”
(söyleme! söylememek, söylemekten daha dürüstçedir bunu unutma!!)
Şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim!
(söyleme! söylememek, söylemekten daha dürüstçedir! bunu unutma!!)
Aah şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim
(unutma!!)
Gece inanılmayan bir dinin, ebedi misyoneridir bekleyenin gövdesi içinde!
(unutmaaaaa !!!!!)
Ve şimdi ben, doğumla ölüm arasındaaa o bilinmeyen bölgedeyim
(söylememek, söylemekten daha dürüstçedir)
Aaah şimdi ben !! zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim!!!
(söylememek, söylemekten daha dürüstçedir, bunu unutma! bunu unutmaa..)
Gel bul beni, gel, gel kafir! gel hisset beni!
Gece inanılmayan bir dinin .ebedi misyoneri bekleyenin gövdesi içinde..
Şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim..
Doğumla ölüm arasında.. o bilinmeyen bölgedeyim…
(açlığa alışıyor insan, peki ya deliliğe alışabilir mi?)
Şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim..
Doğumla ölüm arasında.. o bilinmeyen bölgedeyim..
(gel.. gel, bul beni..)
Şimdi sen !! Sonsuz şeritli bir yolun… En sol tarafındasın…
Ve hızla ilerliyorsun… Huzura doğru! Erdeme doğru!
(açlığa alışıyor insan! peki ya deliliğe alışabilir mi?)
Ama ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim
Tatlım ama ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim
Ölümle doğum arasında.. o bilinmeyen bölgedeyim..
Gece..
(gece),
İnanılmayan bir dinin edebi misyoneri… Bekleyenin gövdesi içinde…
Gece bir sızıntı… Kirletilmeyen insanlardan
Ve o benim içim… Benim gövdemin içinde…
Şimdi ben!
Şimdi ben!
Şimdi ben!
“Eğer bir yanlış yapacaksan, bari onu doğru yap!”
2- Hipokondriyak (Zakkum)
Kelime anlamı olarak hastalık hastası anlamına gelen telaffuzu zor bu kelime, fiziki bir hastalıktan muzdarip olduğunu hayal eden kişiler için kullanılsa da Zakkum’un elinde bambaşka bir boyuta ulaşıyor. Ve bu delilik hali insanı bir kereliğine de olsa hipokondriyak olmak istemesine yol açacak kadar şiddetli.
Sayılar sayılmaya başlandığı andaki o soğuk ve keskin bir metal parçasının tene değmesi hissi gemiyi yavaşça batırıyormuş tarzı yaratmıyor mu, işte bu yalın ayak bu savunmasızlığı ayrı bir seviyorum nedense…
Zamanın ötesi vol: 2
Albüm: Zehr-i Zakkum
Çıkış tarihi: 2007
Her birliktelik, kalbinin emzireceği bir yeni bebektir.
Önce emeklemeyi, sonra yürümeyi öğretmen gerekir..
Kalbindeki sütü tüketmediler mi?
Bazen hiç başlamaması, bir gün bitmesinden iyidir..
Çünkü beraberlik yaşlanırken, bir terk ediş gençleşir.
Seni hiç terk etmediler mi?
Aslında dostluklar da kardan adam gibidir..
Eriyecekleri bile bile inşa edilir..
Kapım neden hiç çalmıyor artık?
Fotoğraflardaki insanlar hatırlıyor mu beni? İsimleri neydi?
Bunların yüzleri çok tanıdık. Yalnız kalmak. Bir ilaç mıdır? Yoksa hastalığın ta kendisi mi?
Işığı görünce karanlığa kaçıyorum hemen, böcekkkler gibi..
Bir şeye çok uzun sure bakarsan, onu görmemeye başlıyorsun.
Hayat, keşke bu kadar etobur olmasaydı.
İşte sen… Kurbanlarından korkan kanlı zalim bıçak..
Sen… Kendi gölgesinden bile korkan bir paranoyak..
Bir hipokondriyak…
Bir hipokondriyak
Sen… Kırık cam üstünde yalın ayak… Ve çırılçıplak…
Bir hipokondriyak…
Bir hipokondriyak…
Bir paranoyak…
Bir hipokondriyak…
Bir hipokondriyak…
Bir paranoyak…
Bir hipokondriyak…
Kalbi çoktan iflas etmiş kimsesiz bir kardiyak..
Yalınayak ve çırılçıplak.
İşte sen
Bir paranoyak..
Bir hipokondriyak..
Bir hipokondriyak..
Bir paranoyak..
Bir hipokondriyak..
Bir hipokondriyak.
Siz ikiniz, siz ikiniz benim hakkımda ne konuşuyorsunuz?
Senin, senin ismin neydi?
Her birliktelik kalbin emzireceği bi’ yeni bebektir önce, emeklemeyi sonra yürütmeyi öğretmen gerekir…
3- Astrotanrı (Redd)
Kurmalı müzik kutusunun sesleriyle başlayan ve devamında ise belki de Tanrı’nın insanlığa bahşettiği o en mükemmel meziyeti sunan; yani insana kimi şeyleri (!) sorgulatan tavrıyla insanı hiç ama hiç bitmesin istediği bir astral seyahate çıkaran eşsiz şarkı…
Zamanın ötesi vol: 3
Albüm: 21
Çıkış tarihi: 2009
Gökyüzünün uçsuz karanlığında
Bir aydınlık kenti yıldızlar
Bembeyaz giymiş bir astronotla bize göz kırparlar
Sıkılmışlar ki yeryüzünde yörüngede dönüyorlar
Tanrı var mı ki bu gezegende gökyüzünde arıyorlar
Sönüyorken yıldızlar
Yak her şeyi yak aydınlansın karanlık düşler
Yak her şeyi yak hemen uyansın uyuyan güzel
Karanlık büyüyor mavi gezegende
Güneş umutsuzca batıyor
Yaratılmış plastik çiçekler de dünyayı boyamaya yetmiyor
Biraz umut yaşıyor hala içimde
Daha fazlası gerekiyor
Sönüyorken yıldızlar
Yak her şeyi yak aydınlansın karanlık düşler
Yak her şeyi yak hemen uyansın uyuyan güzel…