Özellikle kökleri Balkanlara uzanan kişiler için akordiyonun tınısı başkadır. Eğer yürekte bam diye bir tel varsa o tele dokunur işte akordiyonun ama acıklı, ama hüzünlü, ama kederli ve bir o kadar da sevinçli ve coşkulu sesi…
“Balkanların 50 yılı baldır, 50 yılı da kandır. O yüzden bu topraklara bal-kan denir” cümlesiyle tanışmam sonrası -biraz da köklerimin uzanmasından olsa gerek- ne zaman bir akordiyon sesi duysam; ruhum, kafam, aklım birdenbire Balkanların daha önce hiç gitmediğim bir köyüne, kasabasına ışınlanır. Bir anlamda astral seyahate çıkarır beni bu duygu yoğunluğu…
Tabi bir de Muammer Ketencoğlu faktörü var. Hayatımda bir kere de olsa canlı dinlemenin hazzını yaşadığım, ‘gönül adamı’ sıfatının hakkını dibine kadar veren Ketencoğlu ve onun akordiyonu ile yaptığım yolculuklar ise bir başkadır benim için. Bir türlü vücut ile kafayı bir araya getiremediğim yolculuklardır. Kimi zaman Koca Balkan Dağları’nda bulurum kendimi kimi zaman Şar Dağı’nda, kimi zamansa Rodoplarda… Bazen Makedonya’nın ıssız bir dağ köyünden geçerim, bazense Selanik’te denizi selamlarım. Kah Karpatlara selam çakarım, kah Prizren’de soluklanırım. İşte Ketencoğlu, o kafide sesiyle, yol arkadaşı akordiyonuyla ve kendisine eşlik eden Şule Kocaman Saraç ve Selda Koçak Uzuntaş gibi iki harika sesle birlikte beni Balkan coğrafyasında bir köşeden bir köşeye savurur da savurur…
* Mütevaziliği, güzelliği, sohbeti, nezaketi ile çok ama çok sevdiğim ve ne zaman kendisine yazsam beni hiçbir zaman yanıtsız bırakmayan Muammer Ketencoğlu’na en kalbi sevgilerimle…