Kasım 2015’te İtalyan’ların adeta pastel boyayla boyadığı Genoa’daydım. Seyahate çıkmadan gideceğim şehir hakkında birçok blog ve gezi yazısı okurum. Hatta bu araştırmalara günler ayırıyorum desem yeridir. Araştırmaya en çok zaman ayırdığım konulardan biri de ‘Ne yenir? Ne içilir?’ konusu oluyor. Genoa’ya gitmeden de yaptığım yeme & içme araştırmasında karşıma ‘Arancini’ diye bir şey çıkmıştı. Bizdeki içli köfteye benzeyen tipiyle ilgimi çekti ve hemen yazdım listeye. Genoa’da ilk günümde hemen listemdekileri öğünlere bölüştürüp yemeye başladım. Arancini’yi atıştırmalık olarak düşündüğüm için ara öğün kısmına ayırdım.
Pesto soslu, formaggio peynir püreli makarnam ve İtalyan şarabı ile başladığım öğle yemeğinden 3 saat sonra başladım arancini aramaya. O gün 3 yere sordum ve üç yerde de bulamadım. Artık Genoa’daki son gecemde, akşam yemeğine çıkmadan önce oteldeki görevliye sordum. ‘Nereden bulabilirim bu Arancini’yi?’ diye. Resepsiyonist de bana ‘arancini’nin bir Sicilya yemeği olduğunu, buralarda çok zor bulabileceğimi söyleyince daha o dakika bilinçaltımda bir Sicilya seyahati oluştu. Sırf arancini yemek için değil tabii. Yani bu zamana kadar neden Sicilya lokasyonunu düşünmediğim için kendime kızdım hatta. İşte, Sicilya seyahatimin başlangıç noktası bu şekilde oluştu. Bir nevi Arancini sebebim oldu diyebilirim. Gelelim, Etna’nın gölgesine kurulu Catania şehir turumuza…
İstanbul’dan Catania’ya Türkiye’den sadece THY uçuyor. En azından şimdilik (2016). THY de adada bir tek Catania’ya sefer düzenliyor. Palermo uçuşu yok. İstanbul Atatürk Havaalanı’ndan 2,5 saatlik bir uçuş sonrası Catania Fontanarossa Havaalanı’na varıyorsunuz. Catania’nın küçük ama kullanışlı havaalanından Alibus’lar ile 4 Euro karşılığında şehrin herhangi bir noktasına ulaşabilirsiniz. Konaklama tercihimi, şehrin merkezi noktasından noktadan seçtiğim için Duomo Meydanı’na yakın olan Archi durağında indim.
3 dakikalık yürüme sonrası Catania’nın sembolü olan fil heykelinin de bulunduğu Duomo Meydanı’na vardım. (Fil, Arapların Catania’ya ‘Fil şehri’ demesinden kaynaklı imiş.) Meydandaki kilisenin yanı sıra üniversite binası, balık pazarının kurulduğu alan, enfes balık restoranları, pizza restoranları ve birçok devlet binasının bulunduğu Etna Caddesi (Via Etna) hep bu bölgede. Via Etna dümdüz bir cadde. Baktığınızda Etna’yı görüyorsunuz. Bu caddeden kuş uçuşu dümdüz gittiğinizde direk Etna’nın zirvesindesiniz.
Catania’nın cadde ve kaldırımlarında yağmur yağdığında pırıl pırıl parlayan siyah taşlar yer alıyor. Bu taşlar volkanik kökenli taşlar. Kaygan zeminli olmayışından ötürü epey kullanışlı ve görsel olarak da güzel duruyor.
Deniz kıyıları liman deposu tarafından kapatıldığı için şehrin içinde deniz kenarı yok ne yazık ki. Duomo Meydanı, kentin adeta buluşma noktası. Her yaştan insan burada. Akşamları, şehrin de sembolü olan fil heykelinin olduğu bölümde insanlar bira içip sohbet ediyor. Meydanı geçince karşınıza bir heykel geliyor. Uzun uzun yıllar önce deniz buradan başlıyormuş ancak yanardağ patlamaları sonucu kıyı dolmuş ve deniz uzaklaşmış. Asıl eğlence bu heykelin arkasındaki sokakta başlıyor.
Heykelin arkası balıkçılar sokağı. Sabah erken saatlerde balık tezgâhları kuruluyor ve akşamüstüne doğru her şey bitiyor. Sokakta balığın yanı sıra et, peynir, zeytin ve meyde de bulunuyor. Biz ilk akşam yemeği için balık pazarı meydanında bulunan La Paglia’yı tercih ettim. İyi ki de etmişim. Yoksa sıcak mı sıcak, samimi mi samimi Jgnaczio ile tanışamayacaktım. La Paglia bir aile işletmesi. Saat akşam 7 gibi buraya uğrayıp 1 saat sonra geleceğimi söyleyerek rezervasyonumu yaptırdım. Daha sonra 1 saat boyunca Via Etna’dan sonra gelen şehrin diğer bölgesini gezerek Roma Tiyatrosu‘nu ve Bellini Meydanı’nı gezdim. Karnımı iyice acıktırdıktan sonra restorana geri döndüm ve İtalyan rüyasına, harika patlıcanlarıyla meşhur adaya özgü bir salata olan (meze gibi) Capanota’yı söyleyerek başladım. Yanına da Sicilya şarabı söyledim. Bu sırada Jgnaczio bana hemen adaya özgü Marsala şaraplarından ikram etti. Daha sonra sipariş vermeye devam ettim. Adada yemeyeni dövüyorlar dedikleri bir kılıçbalığı (Pescespada affumicato) var ki sormayın. Hemen ondan da sipariş ettikten sonra yanına meze olarak bir tabak iri kalamata zeytinlerinden ve bir tabak da sarde a beccaficco (tuzda pişirilmiş sardalye balığı) söyledim. Jgnaczio ile kısa bir futbol sohbeti de gerçekleştirdik. Adada Catania’yı, anakarada ise Juventus’u tuttuğunu, adanın bir diğer takımı Palermo’dan ise nefret ettiğini söyledi. Lezzet bakımından harika olan akşam yemeğimi yedikten sonra Jgnaczio bize limoncello ikram etti. Sicilya’da yemekten sonra genelde servis ediliyormuş. Bizdeki kahve & nane likörü gibi. Gece sonunda ödediğim ücret ise 15 Euro.
Sabah Catania’dan ayrılmadan hemen ‘cannoli’ yeme imkanım oldu. Cannoli bir İtalyan tatlısı. Lor peynirinden oluşan kremalı bir karışım ve yarım rulo halinde tüp şekline benzer kornete sarılarak ikram ediliyor. Üzerine meyve ya da şan fıstığı koymak da serbest. Tatlı sevmeyen ben, sabah sabah iki tane afiyetle yedim. Gerçekten Sicilya’da yapılacak 10 şeyden biri nedir diye sorsanız cannoli yemeyi bu listeye dahil ederim. İkinci günün sabahı Catania’dan bir ayrıldım, bir daha iki gün sonra, yani üçüncü günün akşamı geri geldim. Gelir gelmez de arancini’lere koştum. Arancini, görünüş olarak bizim içli köftelere benziyor. İçinde pirinç, kıyma, karides ve bezelye bulunuyor. Daha doğrusu birçok çeşitlisi var. Ben orijinal olsun diye ‘Norma’ söyledim. Çok da memnun kaldım.
Akşamında bazı alışveriş mağazalarını gezdikten sonra Ristorante Royal Ceres’e gittim. Önceden rezervasyon yapmanızı öneririm. Duomo’nun Via Etna’ya bağladığı bölgede hemen solda. Bu akşam, yemek listemde olup da yiyemediklerimden söyledim. Ben ‘past de sarde’ye çok hazırlamıştım kendimi. Olmadığını öğrenince büyük bir hayal kırıklığı yaşasam da sempatik mi sempatik garson dostumuz Agatino hemen ona benzer bir makarnadan getirebileceğini söyleyince içim biraz rahatladı. Past de Catania da içinde sardalye olan bir makarna çeşidi. Adaya özgü sebzelerle harmanlanmış bu zat-ı şahaneyi Sicilya şarabıyla afiyetle götürdüm. Tabi patlıcan aşığı biri olarak capanota’sız olmaz. Pizza hakkımı zaten Taormina ve Palermo’da tamamladığım için artık adada listemde olup da yemediğim hiçbir şey kalmadı. Restoranda ilerleyen saatlerde tenor olduğu her halinden belli olan bir abimiz içeri giriyor ve elindeki gramofonu açarak başlıyor şarkılar söylemeye. Gramofondan öyle güzel ses çıkıyor ve abimiz de öyle güzel söylüyor ki… Ben başta inanamadım sesin kendisinden geldiğini. Teypten falan çıkıyor sesler sandım. Sonradan bir fark ettim ki çok da güzel bir tablonun içinde harika bir İtalyan masalının kahramanlığına soyunmuşum da haberim yok. İtalyan şarabı, İtalyan müziği, İtalyan yemeği, İtalyan dostluğu…
Hiç İngilizce bilmemesine rağmen Agatino ile o kadar güzel anlaştık ki… Yemek sonrası kendisiyle selfie çekilmeyi, hatta Facebook’tan arkadaş olmayı da ihmal etmiyoruz. ‘Yine gel’ diyor. Ne güzel olurdu hâlbuki.
Yemeği yedikten sonra tekrar Catania merkezini gezdim. Antik Yunan Tiyatrosu’nun bulunduğu alanı da görmenizi tavsiye ederim. Sonu, hareketli caddelere çıkan ıssız sokakları arşınlarken kapanmak üzere olan bir market gördüm ve hemen içeri dalarak daha önce içme fırsatı bulamadığım İtalyan ve Alman biraları aldım. Sonra dosdoğru fil heykelinin bulunduğu alana, yani Piazza Duomo’ya. Fil heykelinin önüne oturarak insanların gülümsemelerine gülümsemeyle karşılık vererek biramı yudumlarken bir sonraki İtalya seyahatimin planlarını yapmaya başladım.
Catania’da son gecem, ilk gece kaldığım hostelin hemen yanında bulunan barda son buluyor.