Sembiyotik ilişkilere ne kadar soğuksam, sadakat duygusuna da bir o kadar sıcağım. Aslında sadakat sadece kişilerarası bir bağlılık olmamakla birlikte bir kültüre, bir felsefeye, bir düşünceye de ait olabiliyor ancak ben sadakati daha çok “kişilerarası ilişkiler” literatüründe kullanmayı -daha doğrusu benimsemeyi- tercih ediyorum. Peki sadakat bir tercih meselesi midir..? O topa hiç girmiyorum ve ilk çıktığı andan itibaren “play tuşu” ve “volüm aparatı” ile sembiyotik (!) bir ilişki kurmama yol açan, her dinlediğimde içimde bir kumsal bulma hevesi oluşturan, beni bir anlamda ku-ya-ra* moduna sokan başyapıta bodoslama giriyorum: Belki üstümüzden bir kuş geçer…
Sadakatin yükseği ya da alçağı (mesafe terimi olarak) olur mu bilmem ancak Kesmeşeker, Kargo, Bulutsuzluk Özlemi, Mor ve Ötesi gibi müziklerinin yanında isimlerini de çok sevdiğim gruplardan biri de Yüksek Sadakat‘tir. 2010’lu yıllardan itibaren ortaya çıkan süslü püslü alternatif müzik grup isimlerine nazaran çok daha minimal, çok daha sade gelmiştir bana bu isimler. O yüzden Yüksek Sadakat’i dinlerim de dinletirim de…
Bu işin belki’si melki’si yok. Gökyüzüne bakmak sizin için de nefes almak gibi bir şeyse üstünüzden sürüsüyle kuş geçiyor. Uçsuz bucaksız maviliğin üzerinde raks edişlerini görmeniz için başınızı hafifçe göğe doğru çevirmeniz yeterli. O yüzden yıllar yılı dilime pelesenk olan bu şarkıyla ilk tanıştığımda, “ben bunu zaten hep yapıyorum” diyerek yoluma devam etmiştim. Ancak o günden sonra her gökyüzüne baktığımda arka fonumda bu şarkı hep çalıp durdu. Kimi zaman sentimental duygu durumlarına, kimi zaman karmakarışıklığa sürüklensem de her daim umutla ve cesaretle gökyüzüne yönlendirdi beni. O yüzden şarkıyı sevmemin yanı sıra şarkıya müthiş derecede saygı duyuyorum. Dolayısıyla bu şarkı, bir şarkıdan öte, öznesi olmayan bir uzun bir cümlesidir, içselleştirmeye çabaladığım tekli yolculuklarımın. Hele klarnet solo girdiğinde inanın, tam da kapak görselindeki gibi nereye olduğunu gizli tuttuğum bir diyara kanatlanıp uçasım geliyor…
Mesela birine, -ama özel birine- “haydi kalk gidelim…” deme ya da diyebilme cesaretini göstermek benim için oldukça kutsal bir meseledir. Ki bir şehirden -kısa süreliğine de olsa- gitmek için en iyi vakit, tıpkı şarkıda da olduğu gibi “gün doğumu” ya da “gün batımı”dır. Şimdilerde kalabalıklardan koşar ayak kaçan insanların çabası, kafamdaki kalabalıkları eritme versiyonuyla bende yıllardır baki. Aradığım dinginlik ve izole kaçışlar ise bu şarkıyla neredeyse yaşıt. O yüzden şarkıyla olan bağım, şarkının felsefesiyle benim felsefemin özdeşmişliğinden çokça öte…
Bir de 15 yıldır sırrı çözülemeyen, bir şehir efsanesine dönüşen “Hiçbir yüz güzel değil senin yüzünden” kısmı var… “Because of you” mu yoksa “more than your face” mi bilinmezliği, dinleyenlerin algısında şekillenedursun ben “more than your face” tarafında olanlardanım. Çünkü “because of you” anlamı taşıyan “senin yüzünden” ifadesinin sevgi içeren bir cümle içinde de olsa, kullanılmasının ironik bir anlam taşıdığını düşünüyorum ve o yüzden bu bilinmezliği “more than your face” olarak yorumluyorum.
Haydi kalk gidelim bu şehirden…
* Ku-Ya-Ra (Kumda yatma rahatlığı) – (Aylak Adam / Yusuf Atılgan)
Boğazdan gemiler usulca geçerken
Gel çıkalım bu şehirden
Ağaçlar gökyüzü ve toprak uyurken
Çılgın kalabalık artık uzaklarda
Yorulursan yaslan bana
Sarılıp uyuyalım gün batımında
Kanadından bir tüy düşer
İner döne döne gökyüzünden
Hiçbir yüz güzel değil senin yüzünden
Haydi kalk gidelim bu şehirden
Gün doğarken ya da güneş batarken
Belki kuşlar geçer üstümüzden
Kanatlanır senin ellerinden
Ellerinden…