Trakya Romanları için yılın en önemli ritüellerinden bir tanesidir Hıdrellez…
Doğa ile bütünleşip çiçek toplamak, piknik yapmak, batıl olduğunu bile bile gelenek haline gelen ateşi yakıp üstünden atlamak, söğüt ağacı dalı koparıp evin kapısına asmak, geceden gül ağacı altına bir şişe su bırakıp o su ile Hıdrellez sabahında el yüz yıkamak…
Sadece bunlarla sınırlı değil.
Oğlak ya da kuzu etinden çevirme yaparak komşularla paylaşmak, 41 ayrı yerden toplanan karınca yuvası topraklarını peçetelere sarıp cüzdanın içine koymak ve tüm koca bir yılın bereketli bir şekilde geçmesi adına kendini, uzun süren kışın ardından dağa, tepeye, ormana, kısacası doğaya vurmak… Tüm bunlar için Hıdrellez, iyi bir fırsattır. İçinde dolaylı yoldan da olsa doğaya kaçışı barındıran Hıdrellez, Edirne başta olmak üzere Trakya Romanları için tüm koca bir yıl beklenen en önemli gündür…
Havanın artık Kuzey Yarım Küre’nin birçok coğrafyasında yaza dönüşmeye başladığı, akşamları esen meltem rüzgarının tende iç gıdıklayıcı bir ferahlık bırakmaya başladığı 5 Mayıs günü Romanlar, akşamdan hazırladıkları ve gün boyu giymek için sabırsızlandıkları en güzel, en renkli giysilerini yataklarının başının ucundan alırlar ve doğruca Sarayiçi’nin yolunu tutarlar. Toplu halde yapılan sazlı sözlü bir cümbüş sonrası Sarayiçi’ne varan Romanlar, Edirne Belediyesi tarafından yakılmak üzere hazırlanan ateşin başında toplanırlar ve Hıdrellez duasını ederler. Ateşin yakılıp etrafa esaslıca bir ısı yaymasıyla birlikte Roman mahallelerinden ne ateş, ne de cümbüş eksik olur. Sabahlara kadar süren eğlencelerde Romanlar, Hızır ve İlyas peygamberlerin yeryüzünde buluşup darda kalanlara, zorluk çekenlere yardım ettiği rivayet edilen günün anısına yılın bereketli geçmesi için dilek dileyip dua ederler.
Yakılan ateşlerin üzerinden atlama geleneği de dileyişi temsil eder. Ateşin üstünden üç defa atlanır ve her atlayış bir dileğe işarettir. Dolayısıyla kanaatkardır Edirne Romanları. Allah’ın hakkıyla sembolleştirdikleri 3 rakamını, kendilerine dilek dilenecek sınır sayısı olarak kabul etmeleri de bundandır.
Saatler gece yarısını geçtikten sonra, önceki günkü ritüelin aynısı bu sefer gece karanlığında gerçekleşmektedir. Romanlar, şafak sökene kadar, Tunca Nehri’nin kıyısında tek bir neden için toplanacaklardır:
Babafingo’yu bulmak için…
Babafingo, Romanların inanışına göre bir zamanlar onlara yol göstermiş, önderlik etmiş kişidir. Sularda kaybolduğuna ve bir gün geri döneceğine inanılır. Hatta rivayete göre Babafingo, Hz. Musa Kızıldeniz’i asasıyla geçerken kaçan bir Çingene lideridir ve yine rivayete göre Musa’nın geçmesinin ardından denizin kapanmasıyla birlikte adamları ile suyun dibinde kalır. İşte Edirneli Romanların her yıl Tunca Nehri’nde suya girmeleri, Mısır Çingelerinin yer aldığı bu ilginç rivayetle ilişkilidir. Romanlara göre Babafingo, her yıl Mayıs ayında su üstüne çıkmaya çalışmakta; ancak bunu bir türlü başaramamaktadır. Ve bir gün bunu başarabilirse, Çingene’lerin yüzyıllardır süregelen makus talihi de değişecektir.
Ahmet Haşim, şöyle özetliyor Çingeneleri… “Çingene, insanın tabiata en yakın kalan güzel bir cinsidir. Zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve fağfur dişli kır sakinleri, beşeri şekle istihale etmiş birtakım yeşil ağaçlardır. Çingene bizzat bahardır…”
İşte her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecenin şafağı, Edirne’de ateş hiç sönmez. Benim için Romanlar, kapı gıcırtısına kalkıp oynayan, göçebe yaşamın günümüzdeki temsilciliğini üstlenen, günlük yaşamanın sembolü olan ve en güzeli de Turan abimin ‘Kafaya şapkadan başka bir şey takmayasın be kızanım’ cümlesinin özetidir adeta…
Kadınları falcılık ya da bohçacılık, erkekleri ise kap kacak, kalaycılık, hayvancılık ya da müzisyenlik gibi işlerle uğraşır. At arabası deyince akla gelen ilk topluluk olan Romanlar, şu aralar Edirne’de her ne kadar çıkar odaklı belli başlı derneklerin siyasi oyunlarına alet edilmeye çalışılsa da vatanperverlerdir. Kötü söz söyletmezler vatanına, milletine. Ve en önemlisi de Edirne Romanları, Ata’larına bağlıdırlar.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 5 ve 6 Mayıs tarihleri arasında Sarayiçi’nde adeta bir festival tadında kutlanacak olan Hıdrellez, her geçen yıl somut olmayan kültürel miras özelliğini yitirse de yine de gitmeye, görmeye, o cümbüşte bir kere de olsa dans etmeye değer.
Hıdrellezi, Edirne’nin esaslı Romanlarından Turan Şallı şu sözlerle anlatıyor:
Romanlar için baharın gelişi, doğanın yeşillenmesi, havaların ısınması bir anlamda yaşamış oldukları ekonomik sorunların ortadan kalkması, işinin ve aşının olması yönünde büyük bir gündür. Özellikle yarı göçer Romanlar eskiden ticaretini köylerde gerçekleştirir, hatta ticarette dahi söz sahibi idiler. Baharın gelişi bir anlamda kışın çalışamadıkları, baharın gelişi ile geleneksel mesleklerini sürdürme ortamı buldukları bir zamandır. Sepetçilik, demircilik, kalaycılık ve buna benzeri zanaatlarını yapma olanağı bulurlardı. Bir anlamda para kazanma dönemi başlıyordu. Yoğun bir kış mevsiminin ardından zorlukları yenme zamanıdır Hıdrellez… Bir anlamda mutluluğun günüdür O’nun için. Çünkü karnı doyacak, göbek atacak ve mutlu olacak.
Bu topraklar için birlik, beraberlik, bir bütün olmak, baharı hep birlikte kutlamak adına eşsiz bir gündür Hıdrellez. En önemlisi de altında hiçbir siyasi neden barındırmadan kutlanan bir gündür. Dahası bir bayramdır…
Comments
1 Yorumturan şallı
Nis 17, 2017Çingenleri, Romanları en iyi anlatan bir yazı. Yazanların eline sağlık