Trakya Üniversitesi tarafından Edirne’ye kazandırılan ve alanında uzman pek çok akademisyen ve araştırmacı tarafından Fransızca olarak kaleme alınan “Muhteşem Kırmızı: Edirne” okuyucularını şu şekilde selamlıyor: “11. yüzyılda Eski Kahire’de bir tüccar, boyamacısına; ‘Bayım sizden istirham ediyorum, kırmızı olabildiğince kırmızı olsun.’ diye özenle belirtiyordu…”
Kırmızıya olan ilgi yeni değil. Eski çağlardan günümüze dek kırmızı, hep gözde olmayı başardı. Tarihçi-Araştırmacı Dominique Cardon’a göre bunu, tarih öncesinden günümüze ulaşmayı başaran kumaşlar üzerinde seçilebilen renklerin ağırlıklı olarak kırmızı olmasından anlayabilmemiz mümkün.
En sıcak renk olarak geçmişten bugüne gücün, aşkın, heyecanın, cinselliğin ve samimiyetin sembolü olan kırmızı, tek bir duyguyu ifade edecek olsaydı bu eminim ki tutku olurdu. Görsel olarak dikkat çekici, duygusal anlamda ise derin ve bir o kadar şiirsel bir renk olan kırmızı, kimi zaman Márquez’in romanında, kimi zaman Habip Aydoğdu’nun tablosunda, kimi zaman da Kieslowski’nin eserinde sembolik olarak ya da doğrudan karşımıza çıkabiliyor.
Pekiştirildiği zaman anlam olarak yoğunlaşan, nitelendirildiğinde ise soyut ya da somut fark etmez kavramsal açıdan derinleşen, yaşamın ve yeniden doğuşun sembolü olan kırmızı, bir şehirle bütünleşince bambaşka bir anlam kazanıyor. Hele bu şehir; binlerce yıllık tarihi ve kültürel birikime sahip, asırlar boyu medeniyetlere ev sahipliği yapan, Kieslowski’nin “Üç Renk” üçlemesi gibi üç semavi dinin, üç nehrin, üç ülkenin ve üç sınırın birleştiği Edirne’yse…
Asırlar boyunca medeniyeti yaşamış ve yaşatmış bir dünya kenti olarak Edirne, 100 yıla yakın Osmanlı başkentliği süresince kültürel, tarihi, coğrafi, mimari, sanatsal ve gastronomik anlamda kazandığı somut ve soyut değerleriyle sürdürülebilir marka imajına ve yeniden markalanma potansiyeline sahip.
İşte ‘şehirlerin sultanı’ Edirne ile ‘tutkunun rengi’ kırmızı yan yana gelince ortaya mükemmel bir tasarım çıkıyor: Edirne Kırmızısı…
18. yüzyılda kök boyamacılığında kullanılan bitkilerin yanı sıra pamuk üretiminde elverişli topraklara sahip, hem Avrupalı hem de Doğulu birçok tüccarın boya ticareti yaptığı bir ülke olan Türkiye, “kırmızı”ya tutkun Avrupalı tekstilcilerin ve sanayicilerin dikkatini çekince işin “rengi” değişiyor. Zaten ipeğiyle meşhur olan Türkiye, kırmızısıyla da anılmaya başlıyor. Başlarda, “Türk Kırmızısı” olarak bilinen bu efsunlu renk, kumaş boyacılarıyla ünlenen Edirne’den iki kumaş boya ustasının Fransa’ya gitmesi sonucu Edirne Kırmızısına (Fr. Rouge d’Andrinople) evriliyor ve sadece Avrupa’yı kendine hayran bırakmakla kalmıyor, peşine de düşürüyor. Mulhouse Kumaş Üzerine Baskı Müzesi Sorumlusu Jean-François Keller ise bu evrilmeyi, “Edirne Kırmızısı Fransa’nın Rouen bölgesine Rum işçiler tarafından 18. yüzyılın ortalarına doğru getirildi burada mükemmelleştirildi.” şeklinde açıklıyor.
18. yüzyıl ortalarında Fransa’da Rouge d’Andrinople olarak anılmaya başlayan renk, bu ülkede başarılı örneklerin sergilenmesiyle birlikte Kıta-Avrupa’sına yayılıyor ve tüm Avrupa’yı adeta bir “Edirne Kırmızısı” modası sarıyor. Hal böyle olunca Avrupalı sanayiciler Edirne Kırmızısından, “sırrı çözülmesi zorunlu bir renk” diye bahsetmeye başlıyor.
Deyim yerindeyse o yıllarda Avrupa’yı fetheden Edirne Kırmızısı, Sanayi Devrimi sonrası yeni buluşların üretime olan etkisi sonrası makineleşen endüstrinin doğmasıyla birlikte formülündeki zahmetlerden ötürü popülerliğini yitiriyor. 1830’lardan itibaren Fransa’nın başka bölgelerinde, daha zengin tonda başka kırmızı boyalar Alsace bölgesindeki Edirne Kırmızısıyla rekabete girse de 1841’de sanayi ürünleri sergisinden anlaşıldığı üzere Edirne Kırmızısının modası geçiyor ve üretimi önemli ölçüde geriliyor. Hatta bu konu hakkında Mulhouse Sanayi Topluluğu Bülteni’nde şu ifadeler yer alıyor:
“Genelde çok az tüketilen bu ürünü çok az sayıda firma sergiledi. Aynı zamanda hala çok mükemmel bir şekilde imal edilmesine rağmen, Alsace bölgesinde üretimi çok sınırlı. Birkaç yıldır, Edirne Kırmızısı daha çok kırsal yerlerde kullanılan şallara uygulanmakta.”
Kültür turizminin de bir bileşeni olarak doğal ve kültürel mirasımızın korunması, dünyaya tanıtılması ve sürdürülebilir destinasyon pazarlamasında alternatif ya da tamamlayıcı bir turistik ürün olarak karşımıza çıkan Edirne Kırmızısı, alternatif turizm çerçevesinde değerlendirildiğinde ise kültür, sanat, ticari ve doğal kaynaklara dayalı bir turistik ürüne dönüşüyor.
İşte bir dönem sırrını çözene ödüllerin verildiği, uğrunda çokça emek ve paranın harcandığı ve hatta casusluk olaylarına konu olan bir renk olmayı başaran Edirne Kırmızısı şimdilerde ise ismiyle müsemma olduğu kente geri dönüyor.
Bu noktada, Trakya Üniversitesi’ne ve Edirne Tanıtım ve Turizm Derneği’ne ayrı bir parantez açmakta fayda var. Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Tabakoğlu ve Edirne Tanıtım ve Turizm Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Bacıoğlu’nun heyecan ve gayretleri, rengin yıllar sonra yeniden doğduğu topraklarla buluşmasına vesile oldu. “Andrinople Le Rouge Magnifique” isimli kitabın, 2017 yılında merhum Recep Zogo’nun gayretleriyle Trakya Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’ne kazandırılmasının hemen ardından iki kurum ortaklığında düzenlenen “Edirne Kırmızısı Çalıştayı” kentteki kırmızı algısını bambaşka bir boyuta taşıdı. Edirne’de birçok kurum ve kuruluş tarafından sahiplenilen renk 20 Ekim 2020’de, Trakya Üniversitesi ev sahipliğinde yapılan “1. Uluslararası Edirne Kırmızısı e-Sempozyumu” ve devamında rengin elde edildiği “Rubia tinctorum” olarak bilinen kökboya bitkisinin yetiştirilmesi projeleriyle bilimsel bir zemine taşınmış oldu. Yine Trakya Üniversitesi’nin Edirne Kırmızısına kurumsal bir kimlik kazandırmak adına yürüttüğü bilimsel, tarihi, sanatsal ve kültürel ve çalışmalar sonucu renk, 18. yüzyıldaki ihtişamına yeniden kavuşuyor.
* Yazı, 1962 yılında kurulan Edirne Tanıtım ve Turizm Derneği’nin ilkini 2020 yılında çıkardığı derginin Mart 2021’de yayımlanan ikinci sayısında yer almıştır.