Sene 2008… Bir Ağustos akşamı, saat gece yarısını 20 dakika geçtikten sonra yola çıkmıştık Hoyt Hasanım‘la birlikte… Kırmızı, scooter model motosikletiyle kapıma gelip scooter’ların o mahalleliyi rahatsız etmeyen ancak mesaj iletilmek istenen kişiyi bir inceden daha da hızlandıran kornasını iki defa üst üste duyduğumda ben çoktan sırt çantamla apartmanın merdivenlerinden ikişer üçer iniyordum.
İstikamet Saros… Nazar değmesin Hasanımın saçları, gece rüzgarıyla bir olup yüzüme kırbaç gibi çarparken Yeniköy tarafına geldiğimizde kulaklığımda Cold Play‘in Yellow parçası çaldığı sırada yüzümü gökyüzüne doğru çevirdiğimde Chris Martin tam da şarkıda “one, two, three” diye geriye sayıyordu.
Bilen bilir, şarkının bu kısmı sanki uçuyormuş hissi katar dinleyene. İşte British Rock’ın en muazzam örneği Cold Play’i o gün bu gündür hiç hayatımdan çıkarmadım.
Yellow‘la tanışmam çok daha öncesidir ancak 2012 yılında Paris’te verdikleri konserdeki canlı performanslarını internet sayesinde dinlememle birlikte “Road Trip” listem yepyeni bir başyapıtla tanışmış oldu: YELLOW